Listen Radio Groove Mix

Ankara macerası

Sene 1999, 12 Kasım depreminden tam 1 hafta sonra. Arkadaşlarla Beyoğlu’ndayız. Dört kişiyiz. Ben, Cem, Gökyener, Mustafa. Exit diye bir bara takılıyoruz o sıralar her Allah’ın günü. Yine öyle bir gün. Barda bira gecesi. 5 milyon mu ne veriyorsun giriş parası sınırsız bira içiyorsun. Kanımızın kaynadığı yıllar. Herkes en az 10 bira içti. Dans ettik, eğlendik ve dönüşe geçtik.

ankaraKafamız 1 milyon. Hep beraber bizde kalacağız. Bende araba var. Renault 19. Tek farı yanmıyor ve arabanın muayenesi yok. Neyse çıkıyoruz Taksim’den yola. Ev Yenilevent’te. Ben araba kullanıyorum, onlar geyik yapıyor. Beşiktaş’tan gidiyorum. Barbaros’a sapıyorum. Levent’te doğru çıkmaya başlıyorum. Birinci köprü yolunu geçiyorum. Devam ediyorum. 1. Levent’i geçiyorum, devam ediyorum. Plazaları geçiyorum devam ediyorum artık Yenilevent sapağına çok az kalmış. Arada bir tek ikinci köprü girişi var. Tam onuda geçmek üzereyim. Oradan Mustafa diyor: “Hadi Ankara’ya gidelim.” Dönüp bakıyorum herkese hepsi “Hadi gidelim” diyor. Bir anda karar değiştiriyorum ve arabayı ikinci köprü istikametine doğru sürüyorum.

Saat gece 3 falan. Cebimizde 5 kuruş para yok. Sadece bende kredi kartı var. O yıllarda sadece ben araba kullanabiliyorum ve alkollüyüm. Ama yine de kafam yerinde. Ankara otobanına giriyoruz. Yağmur başlıyor. Araba sakat. Göz gözü görmüyor. Yine de gideceğiz çünkü karar verdik. Ayrıca o sıralarda Cem de ben de Ankaralı bir kızdan hoşlanıyoruz. Onu görmek istiyoruz. Ortada bir sebep de var.

Bir iki saat içinde hepsi sızıyor. Osura osura yol alıyoruz. Araba kokudan geçilmiyor. Hava soğuk cam açamıyorsun. Gökyener bir ara, “Buralarda yarma şeftali alabileceğimiz bir yer var mı?” diye soruyor. Kopuyoruz. Sonra gene dalıyor onlar.

Yaklaşık 4.30 saatte Ankara’da oluyoruz. Allah ne verdiyse basıyorum. Yorgunum. Benzini yolda kredi kartıyla hallediyoruz. Sabah 7.30-8.00 gibi Ankara’da oluyoruz. Gökyener uyanık önde. Beni yönlendiriyor Ankara’ya girince. Kız Kızılay’da oturuyor, sadece elimizdeki bilgi bu. Hiçbirimiz bilmiyoruz Ankara’yı. Okları takip ederek Kızılay’a çıkıyoruz. Sonra bir sokağa dalıyoruz. Oradan bir başka ara sokağa. Biraz gidiyoruz, bir apartmanın önünde park edecek bir yer buluyoruz. Arabayı şak diye park ediyorum.

Arkadakileri uyandırıyoruz. “Kalkın lan Ankara’dayız” diyorum. Doğrulup bakıyorlar ve aynen şunu diyorlar: “Eee şimdi ne bok yiyeceğiz.” Ben diyorum “Kızı ararız ama saat daha erken. Biraz gezelim, dolaşalım.” “Ok” diyorlar ve arabadan çıkıyoruz. Hava güneşli Allah’tan. Neyse kızın adresini ezbere biliyoruz o sene. Cem’in dikkatini sokak ismi çekiyor. Sonra da apartman ismi… Sonra apartman ziline bakıyoruz. Aha, tam kızın evinin önüne park etmişiz arabayı. “Muhahahaha” diye kopuyoruz.

Sonra biraz çevrede tur atıyoruz. Sabah 9 gibi kızı arıyoruz. Diyor “Dersaneye gideceğim ama gitmeden bir yarım saat görüşürüz.” “Tamam” diyoruz. Sonra bir yerde oturuyoruz. Kız yanımıza geliyor. Yarım saat sohbet edip onu gönderiyoruz.

Karnımız acıkıyor. Cebimizde toplam 1 milyon var. Gökyener’le, Mustafa arabaya gidip uyuyor. Biz de Cem’le yiyecek bir şeyler arıyoruz. Dolaşıyoruz. Hiçbir yerde kredi kartı geçmiyor o yıllarda Ankara’da. Sonra bir sokağa giriyoruz, 250 bine bir ekmek tavuk döner, ayran yazıyor. Hemen atlıyoruz. 4 tane alıyoruz. Paket yaptırıp arabanın yolunu tutuyoruz.

Arabaya geldiğimizde Cem’le Mustafa hâlâ osura osura uyuyor. Uyandırıyoruz, ellerine döner ve ayranı veriyoruz. İştahla yiyorlar. Ben de öyle yiyorum valla, içinde etten çok soğan var ama olsun, karnımız doyuyor.

Sonra diyorum, “Oğlum burada ne yapacağız daha fazla artık dönelim.” “Tamam” diyorlar. Saat herhalde 12.00 gibi dönüşe geçiyoruz. Ankara’dan benzin alıyoruz. O sırada cebim çalıyor. Arayan annem.

“Alp neredesin evladım.”
“Arkadaşlardayım anne.”
“Hemen eve gel, araba lazım. Teyzem bizde onu bırakacağız.”
“Anne gelemem.”
“Neden oğlum bir şey mi oldu.”
“Hayır anne gelemem.”
“Bir şey olduysa söyle. Yarım saat içinde burada ol.”
“Anne olamam, hadi kapatıyorum şimdi” deyip telefonu kapatıyorum yüzüne. Sonra da tamamen kapatıyorum.

Sonra dönüyorum bizimkilere, “Hemen eve gitmem lazım.” Kopuyorlar ve ben daha Ankara’dayım. En hızlı bassam en az 4 saat yol var. Neyse hemen atlıyoruz arabaya. Basıyorum gene son sürat.

Ama dünden beri uyumamışım 4 saat yol gitmişim. Geceden alkollüyüm ve geldiğim yolu geri dönmem lazım hızlı bir şekilde. Yolda Renault 19’la Mercedes ve BMW’leri solluyorum. 190’la gidiyorum. Fakat bir süre sonra yorgunluktan iki şerit, tek şerit oluyor gözümde. Sonra diyorum, “Ben daha fazla gidemeyeceğim. Biraz duralım.”

Bir mola yerinde duruyoruz. Yüzümü soğuk suyla yıkıyorum. 15 dakika dinleniyorum. Sonra yola devam. Bolu’ya gelirken sol şeritten 180 basıyorum. Trafik bir anda duruyor önümde. Frene basıyorum ama durmama olanak yok. Yavaşlıyorum iyice. Hız düşüyor ama duramam öndekine girmek üzereyim. Adam dikiz aynasına bakıyor ve son anda sağa kaçıyor. Önünde de boşluk var ve durabiliyorum.

Sonra yol açılıyor ve basmaya devam. Geldiğimden daha çabuk İstanbul’da oluyorum. Arkadaşları bırakıyorum ve eve gidiyorum. Annem yüzü gergin bir şekilde bana bakıyor. Söyleniyor. Pek oralı olmuyorum. Arabanın anahtarlarını teslim edip gidip güzel bir uyku çekiyorum.

1 ay sonra kredi kartı ekstresi geliyor ve Ankara’dan benzin alındığı ortaya çıkıyor. Annem de olayı öğreniyor fakat suçun işlendiği tarih geçmişte kaldığı için, zaman aşımı oluyor. Ve fazla bir tepki görmüyorum. Hayat devam ediyor.

Görüşmek üzere,
Alp…

Yorum ekle

Bir Yorum Yazın

Cemal Alp Solak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri 2004 Mezunu, Eski Gazeteci, blogger, iletişim ve dijital pazarlama uzmanı... PHP ve WordPress sevdiği konular...