Listen Radio Groove Mix

Bu hikaye gerçekten komik

Yıl 1999. Henüz 18 yaşında yağız bir delikanlıyım. Bilgi Üniversitesi’nde hazırlık okuyorum. İnternete haşır neşirim. O zaman hâlâ ayakta olan IRC chat odalarına takılıyorum canım sıkıldığında. Yine öyle bir gün. Evdeyim, canım sıkkın. Saat geç oluyor. Nete giriyorum. ICQ’da beni tatmin etmiyor. IRC’ye dalıyorum. Undernet’e giriyorum. Istanbul kanalı boş. Kime selam verdiysem fos çıkıyor. Ben de hiç girmediğim Ankara kanalına giriyorum.

Şu an hatırlayamadığım bir nickte biri var. Ona tıklıyorum. “Merhaba” diyorum. Cevap geliyor. O zaman tabi dijital kamera, webcam gibi nesneler henüz icat edilmemiş. Cep telefonları da fotoğraf çekmiyor. Yani fotoğrafı olan kız lüks. O sepeple, karşındakinin kız mı erkek mi olduğunu bilmiyorsun ve gay olmasından şüphe duyuyorsun paso.

Neyse muhabbet ilerliyor. ICQ’ya geçiyoruz. Keyifli bir sohbet başlıyor. Kız benden 5 yaş büyük. Birkaç gün geçiyor, muhabbet ilerliyor. Telefona geçiyoruz. Çok hoş bir sesi var. Beni Ankara’ya çağırıyor. Tamam diyorum gelirim. Birkaç gün sonra atlıyorum otobüse gidiyorum Ankara’ya. Henüz daha yüzünü bile görmemişim. Kötü bir şey çıkar diye korkuyorum. O zaman kaçmak için bahaneler düşünüyorum içimden. Neyse taksiyle beni alacak. Cepten arıyor beni “Geliyorum” diyor, yaklaşıyor taksiyle ben korkudan arkamı dönüyorum, taksi tam yanımda durduğunda yüzümü çeviriyorum. Arkada oturuyor. Eğilip bakıyorum ve gerçekten çok güzel bir kız çıkıyor karşıma.

Sonra ona gidiyoruz. Kahvaltı falan ediyoruz. Detaya girmiyeceğim. Dört gün onda kalıyorum. Çankaya’da oturuyor. Beni yedirip içiriyor. Taksiden aşağıya binmiyoruz. 5 kuruş para harcamıyorum. Çok güzel dört gün geçiriyorum. Arada kavga da ediyoruz. Biraz zor bir tip. Yataktan kalkarken köpeğine basıyorum. Evden kovmaktan beter ediyor. Sonra ellerim başımın arkasında yatarken, koşup yatağa atlıyor ve kafası dirseğime çarpıyor. Yine zılgıtı yiyorum. Fakat, dört günü geçiriyorum bir şekilde. Giderken güzel uğurluyor.

Sonra ben İstanbul’dayken nette ve telefonda konuşmaya devam ediyoruz. Aradan 2-3 ay geçiyor. Ben özlüyorum, tekrar gitmek istiyorum. O diyor “Şu ara pek uygun değil.” Ben diyorum “Hayır olamaz gelmem lazım aylar geçti.” Kabul ediyor. Atlıyor gidiyorum.

Bana “Akşam gel” diyor. Ben ise sabahın köründe Ankara’da oluyorum. Vakit geçirmek için dolaşıyorum. Aylardan şubat. Ankara -10 derece. Sokaklar buz. Dışarda durmak imkânsız. Bu sebeple girdiğim yerde 3 saat falan kalıyorum. Örneğin McDonalds’a girip bir Big Mac menü alıp 3 saat oturuyorum. Sonra telefonda yılan oynuyorum. Herkes bana bakıyor.

Daha sonra sinemaya gidiyorum. James Bond filmi var. Onu izliyorum. Sinemadan çıkınca hava kararıyor. “Saat geldi” diyorum içimden. Arıyorum, “Tamam gel” diyor. Basıp gidiyorum taksiyle. Kapıda karşılıyor beni. Bir öpücük konduruyor dudağıma. Ama içten değil anlıyorum. Sonra “Aç mısın” diyor. “Evet” diyorum. Ve bana lahmacun söylüyor.

Yemekten sonra salona geçiyoruz. Ona getirdiğim hediyeleri veriyorum. Çikolata, Chivas viski ve bir bilezik. O takıyordu öyle şeyleri. Hoşuna gider diye düşünmüştüm. Neyse hediyelerimi veriyorum. Biraz muhabbet ediyoruz. Ben yakınlaşmak için fırsat kolluyorum. Ama bir soğukluk var hissediyorum.

Derken telefon çalıyor. İçeri gidip konuşuyor. Geldiğinde bana “Hemen dışarı çık” diyor. Diyorum, “Şaka mı yapıyorsun.” Fakat, hiç şakaya benzemiyor. “Ne oldu?” diye soruyorum. Diyor bana, “Annemler falan geliyor.” İnanmıyorum ama evde kalamam. “Tamam, nereye gideyim o zaman” diye soruyorum. Bana, “Nereye gidersen git banane” diye cevap veriyor. Neyse ben atlayıp gidiyorum taksiyle.

Kızılay’a gidiyorum. Bir net kafeye giriyorum. Nette arkadaşlarla sohbete başlıyorum. O kadar yol gittikten sonra, bu şekilde İstanbul’a dönmek istemiyorum. Birkaç saat sonra arıyorum. Diyorum “Ne yapayım, bekleyim mi?” “Şu an bilmiyorum, sen bilirsin ama bence dön” diyor. Ben diyorum “Dönemem. Bu gece Ankara’da kalacağım, yarın konuşuruz.” Saat gece 12.00’ye doğru geliyor. Kafede bir tek ben kalmışım. Kafenin sahibi, ‘herif çıksa da evimize gitsek’ vari beni dikizliyor. Ben ise sıcağı bulmuşum, çıkmak istemiyorum. Soruyorum, “Kaça kadar açıksınız?” Diyor, “Sen kaldığın kadar.” Ben de, “Daha fazla kalmayım, siz de gidip yatın” diyorum ve adama “Buralarda ucuz bir otel var mı?” diye soruyorum. O da diyor, “İtfaiye meydanı diye bir yer var, oraya git, orada ucuz oteller var.” İnternetin ücretini ödüyorum. Beraber çıkıyoruz dükkandan.

Sonra yürüyoruz adamla Kızılay’a kadar. O ayrılıyor oradan ve bana diyor “Böyle düm düz gideceksin.” “Tamam” deyip teşekkür ediyorum. Cebimde 7 milyon var. Başlıyorum yürümeye. Yolda banka ATM’lerine uğruyorum kredi kartından nakit avans çekmek için. Fakat, hiçbiri çalışmıyor. Tüm bankaların sistemi çökmüş. Yürümeye devam ediyorum. Hava dondurucu. Sokakta kimseler yok. Tek tük insanlar görüyorum. Onlara, “İtfaiye Meydanı nerede?” diye soruyorum. Bana hepsi “Şu üst geçidi geç ondan sonra” diyor. 10 tane üst geçit geçiyorum. Fakat bir türlü yol bitmiyor. Donmak üzereyim.

Saçlarım uzun ve kulağımda küpe var o yıllarda. Taksiciler peşime takılıyor ve beni travesti zannediyor. Bir süre benimle birlikte yolda gidiyorlar ve ben dönüp bakmayınca devam ediyorlar. Üst üste beşinci taksiciden sonra dönüp “Siktirin gidin lan” diye bağırıyorum.

Yürümeye devam ediyorum. Birden karşıma bir itfaiyeci heykeli çıkıyor. Bir anda seviniyorum. Bir bakıyorum çevrede oteller var. En eli yüzü düzgün olanının yolunu tutuyorum. İsmi Güleryüz Otel. İçeri giriyorum, kimse bana gülmüyor ama. Sonra, “Boş odanız var mı?” diye soruyorum. Kaşları neredeyse birleşecek adam onları daha da çatarak, “Var, 8 YTL” diyor. Ben diyorum “Bende 7 var olmaz mı?” “Olmaz” diyor. Ben başlıyorum söze: “Bakın donmak üzereyim, yanımda 7 var, kimliğim sizde, ATM’ler çalışmıyor sabah para çeker size 1 YTL’yi veririm.” Adam acıyor ve kabul ediyor.

Odama çıkıyorum. Otel temiz, kaloriferler yanıyor, tuvalet temiz. Önce bir tuvaletimi yapıp rahatlıyorum. Daha sonra yatağa geçip sıkıca örtünüp TV’yi açıyorum. TV’da futbol geyikleri var. Hiç unutmuyorum, Ahmet Çakar konuşuyor. Onu izliyorum. Sabaha kadar gözüme uyku girmiyor.

Sabah 8’de kalkıyorum. Dışarı çıkıp para çekiyorum. Otele 1 YTL verip kimliğimi alıyorum. Sonra Kızılay’a dönüyorum ve Mc Donalds’a giriyorum. Bir menü alıp 2 saat çıkmıyorum. Sonra bir arkadaşımı arıyorum Ankaralı. Hatta söylemeyi unuttum, bir evvelsi gün onla birkaç saat vakit geçirmiştim. Fakat, işi olduğunu söylüyor.

Bir yandan kızı arıyorum paso. Cebi kapalı. Ev telefonu da cevap vermiyor. Sonra aklıma bizim okuldan Necip geliyor. Ankara’da kafeleri olduğunu söylemişti bana. Onu arıyorum ve diyorum, “Necip ben Ankara’dayım, akşama kadar vakit geçirmem lazım sizin kafeye gitsem olur mu?” diye soruyorum. “Elbette, ben arıyorum şimdi onları geleceğini söylüyorum” diyor. Basıp Arjantin Caddesi’ndeki Lâl Kafeye gidiyorum. Kafe sosyetik. Ankara’nın en lüks kafelerinden biri. Beni kapıda karşılıyorlar. Sağlam bir yemek geliyor önce önüme. Sonra kahve, çay vesaire. Yiyip içiyorum. Adam halimi anlamış olacak ki bana bir sürü dergi getiriyor. Hepsini okuyorum. 4-5 saat geçiyor. Artık çok sıkılıyorum ve devamlı aramaya devam ediyorum.

Sonunda kafamın tası atıyor, basıp taksiye gidiyorum kızın evine. Kızın evinde ışık yanmıyor. Zile basıyorum kimse açmıyor. Atlayıp dönüyorum kafeye. Bir iki saat daha oturuyorum.

Gece artık 10 falan. Sonra diyorum içinden “Oğlum ne kasıyorsun, atla dön İstanbul’a.” Ve basıp dönmeye karar veriyorum. Hemen kalkıyorum. Kafedekilere teşekkür ediyorum. Taksiye atlayıp Kızılay’a gidiyorum. Metro Turizm’den bir bilet alıyorum 11 arabası için. Ve otobüse atlayıp İstanbul’a geliyorum.

Ertesi gün arkadaşlarla Taksim’deyim. Olayı anlatıyorum, gülüyoruz. Sonra bar çıkışı onu arıyorum. Cebi kapalı. Evinden arıyorum. Açılıyor telefon. Diyorum “Ben Alp merhaba.” “Merhaba” diyor. Sonra söze giriyorum. “Neredeydin?” diye soruyorum. “Ailem beni götürdü” diyor. “Peki o halde beni merak etmedin mi hiç, aramadın, telefonunu açmadın, başıma bir iş geldi diye düşünmedin mi?” diye soruyorum. “Yoo, hiç merak etmedim?” diyor. Ben de “Tamam o zaman” diyorum ve telefonu kapatıp numarasını siliyorum.

İşte böyle sevgili dostlar,

Görüşmek üzere,

Hoşça kalın,
Alp…

5 yorum

Bir Yorum Yazın

Cemal Alp Solak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri 2004 Mezunu, Eski Gazeteci, blogger, iletişim ve dijital pazarlama uzmanı... PHP ve WordPress sevdiği konular...