Listen Radio Groove Mix

I’m a Turkish man in London

Yıl 2007, mevsim yaz, aylardan Ağustos hem de sonu. İstikamet İngiltere’nin başkenti Londra, amaç hem bir arkadaşı ziyaret hem de gezmek.

Tüm bu vızıltılarda atladım Easy Jet’e çıktım Londra yoluna. Sabiha Gökçen’den başladı serüven. Harcamayacağım dedim ya çok para yolda, sakladım mangırları cüzdanda. Aç, susuz bindim uçağa. Havalandı uçak tez zamanda. Yükseldik semaya. Bulutları deldi uçak ve yeryüzü altımızda fırıldak.

Çok geçmeden dikleşti teyyare, Türkiye’den selam getirdim o yare. Bu şiirsel anlatım ne zaman biter, çünkü geliyor alnımdan ter.

Yeterrrrrrrrrrrr.

Yükseldikten sonra kastım ‘para harcamayacağım’ diye ve uçakta hiçbir şey yiyip içmedim. Malumunuz Easy Jet Havayolları’nda uçakta ikram yok. Yani ne yer, ne içersen kendin karşılıyorsun. Uçak Almanya semalarındayken bir anons geldi kaptandan. Aslında ben önce birinci, sonra ikinci tuvaletin iptal olmasından dolayı kıllanmıştım. Eee, uçakta bu kadar Türk olunca bu normal. Çünkü biz kıçımızı silip çöpe atmamız için üretilen tuvalet kağıtlarını ısrarla ve ısrarla klozete atıyoruz. Sonuçta iki tuvalet de iptal oldu ve kaptan pilot gülerek Almanya’nın Münih kentine ineceğimizi söyledi.

Çok geçmeden Münih’e indik. Uçak apronda yol alırken yanımda uyanan Türk, “Geldik mi?” diye sordu. Ben dedim “Yok biz Almanya’dayız kaptan pilot anons yaptı.” Bana inanmadı ve aynen şöyle dedi: “Yok ya burası Londra Luton. Ben çok geldim, biliyorum.”

Havaalanı devasaydı. Kısaca burası Luton olamazdı. Çünkü Luton’un köy vari bir yer olması gerekiyordu. Adamı inandırmaya çalıştım. İnanmadı. Sonra uçak durdu. Bizimki bavulunu almaya kalktı ama ondan başka kimse kalkmadı. O zaman inandı ve küfür etti. Ben, “Tuvaletler bozulmuş, burada servis alacaklar, düzelince devam edeceğiz” dedim. Adam çantasından fındık çıkardı ve bana ikram etti. Fındıklar tazeydi.

Daha sonra bizi çişimizi yapmamız için görevlilerin kontrolünde dışarı çıkardılar. Böylece Münih’e ayak basmış oldum. Havaalanında özel bir salona götürüldük ve orada çişimizi yaptık. Bekledik ve sigara içtik.

Yaklaşık 2 saat bekledikten sonra uçağımıza götürüldük ve uçak havalandı. 1-1.30 saat sonra Luton’a indik. Gerçekten Luton havaalanı köy gibiydi ve tek bir körüklü tünel yoktu.

Ben hâlâ aç ve susuz kalmakta ısrar ediyordum. Pasaport kontrolüne sıra geldi. Hintli bir görevli vardı. Bana abuk sabuk sorular sordu ve aynı şekilde abuk sabuk cevaplar verdim. Sanki bana inanmıyor gibiydi ama nedense beni kabul etti ve ‘gir ve bir daha gözüme gözükme misali’ bir bakış atarak beni Londra’ya doğru yolladı.

Luton, Londra’nın merkezine yaklaşık 1.30 saat mesefade. Merkeze de Easy Bus adı verilen otobüsler götürüyor. Ben hemen havaalanında onların bürosuna gittim ve sordum: “Ne zaman kalkacak.”

“Hemen şimdi” diye cevap verdiler ve koşa koşa dışarıda durağa gittim. Biner binmez otobüs kalktı ve yine aç susuz kalmıştım. Üstelik uçak rötarlı geldiğinden tam Londra’da trafik saatine denk gelmiştim.

2.30 saat sonra ineceğim Victoria durağında oldum. Orada beni arkadaşım karşıladı. Artık ağzım kurumuş ve başım ağrımıştı. Arkadaşım bana “Aç mısın?” diye sordu. Ben de ona “Seni bile yerim” dedim.  Ve çok oyalanmadan beni Mc Donalds’a götürdü. Kolaya nasıl yumuldum anlatamam.

Yedikten sonra arkadaşımla Londra’da geçici süre ikamet edeceğim kuzenimin evini bulmak için yola çıktık. Kuzenim İstanbul’daydı ve bende anahtarı vardı. Bow denen yere gitmemiz için metroya binmemiz gerekiyordu. Orada tüm metro, otobüs hatlarında kullanılan Oyster kart diye bir icat var. Onu haftalık, aylık vesaire alıyorsun. Metroda çeşitli bölgeler var. Onların dilinde ‘zone’ deniyor.

Londra, merkezden çevreye doğru yayılan bir şehir. Şehir merkezi harbiden tam ortada ve her şeyin güzeli orada. Merkezden uzaklaştıkça görecek yerler de azalıyor. Ve en güzel yerleri görmek için zone 1 ve zone 2’de geçen Oyster kart almak yeterli.

Kuzenim Oyster alırken bana aynen şu cümleyi söylememi demişti: “I want to buy an Oyster card for 1 week, zone 1 and zone 2 please.” (Bir haftalık zone 1 ve zone 2 Oyster kartı satın almak istiyorum.)

Ben bu cümleyi aklımda aynen şöyle tutmuştum: I want to buy an Oyster card for 1 week, zone ‘bir’ and zone ‘iki’ please.) Yani ben kendi kendime İngilizce, 1 ve 2 olan ‘one’ ve ‘two’ sözcükleri yerine, aynen Türkçe’deki ‘bir’ ve ‘iki’ kelimelerini kullanıyordum.

Dolayısıyla metro istasyonunun içindeki Oyster kart satan kadına da aynı cümleyi kurdum. Arkadaşım benim adıma almaya yeltendi ama ben kendimden o kadar emindim ki ve o cümleye o kadar çalışmıştım ki, bu zevki ona tattırmak istemedim ve elbette gişedeki siyahi kadın bana bön bön baktı.

Ben hemen hatamı anladım ve “Sorry, zone ‘one’ and zone ‘two’ please” olarak düzelttim ve kadın güldü. Ben de güldüm, arkadaşım da güldü. Dakika 1, gol 1 oldu.

Kartı aldık, kuzenimin evini bulduk. Sonra eşyalarımı yerleştirdim. Oradan arkadaşımın kaldığı eve gittim. İki gün onda kaldım. Beni güzel ağırladı sağ olsun. Daha sonraki 7 günde kuzenimde kaldım.

Şimdi esas anlatacağım konu başlıyor. İngiltere’ye gittiğimin üçüncü ya da dördüncü günüydü sanırım. Oraya toplam 450 pound parayla gitmiştim. İlk birkaç gün 60-70 pound anca harcadım. Çok para gitmesin diye gıdım gıdım gidiyordum.

Bir arkadaşım Londra’ya gittiğinde ilk işin So-Ho’ya gitmek olsun demişti. Çapkınlık yapmak için elbette. Ben de bu müthiş bir istek yarattı ve gitmeye karar verdim.

Sonunda So-Ho’yu buldum. Merak edenlere söyleyim Picadilly ve Leister Squire’ın oralarda. So-Ho’da olduğumu da şöyle anladım: Etrafta striptiz kulüpleri vardı.

Henüz gündüz saatleriydi ve sokaklarda yürüyordum. İçimden “Bu saatte burada ne olur ki?” diyordum tam ve bir kapının önünde yarı çıplak bir hatun gördüm. Ben geçerken öpücük attı ve yanına çağırdı beni. Gittim. Bana “Seks şov izlemek ister misin? İçeride striptiz var. Sadece 5 pound veriyorsun bir bilet alıyorsun ve içeride bira içiyorsun, kızlar da striptiz yapıyor” dedi. Ben de “Sadece 5 pound mu?” diye sordum. “Evet” dedi ve bende “Ok” diyip içeri girdim.

Merdivenleri indim. Bu arada daha sonra anladım ki, So-Ho’da bir halt yemek istiyorsanız mutlaka yukarı doğru çıkılan yerlere girin, yerin altındaki yerlerin nasıl olduğunu zaten yazının devamında okuyacaksınız.

İndim aşağıya beni bir kadın karşıladı ve bir odaya soktu. Bir bira geldi, tadı leş gibiydi. Bana abuk sabuk sorular sormaya başladı. “Neredensin, neden geldin Londra’ya, ne iş yapıyorsun?” gibi sorular. Bu kadın da yarı çıplaktı. Sonra iki hatun daha girdi içeri.

Ben tırsmaya başladım. Sonra birazdan bana şov başlayacak falan dediler. Ben de içimden “Başlasın artık” oldum. Birden önüme bir kağıt iliştirdiler ve “Kağıdı okudun mu?” diye sordular. Ben şöyle bir baktım, “Evet” dedim. “Tamam, şimdi bize 320 pound ödemen lazım o zaman” dediler. Ben tam o sırada birayı ağzıma götürüyordum, bira aniden boğazımda düğümlendi ve ağzımdan dışarı doğru püskürdü.

Ben, “Ne, saçmalamayın, ben çıkıyorum, sizden de bir şey istemiyorum” diye konuşmaya başladım. Onlar ise ısrarla, “Parayı ödemen lazım, kağıdı okudum dedin. Ödemeden çıkamazsın. Bize cüzdanını ver. Paran yoksa kredi kartını ver” gibisinden cümleler kuruyorlardı. Ben ise ödeyemeyeceğimi belirtiyordum.

“Tamam o zaman gel müdüremizle konuş” dediler. Odadan dışarı çıktım. Bu arada yarısı kalan biramı da elimden almışlardı. Dışarıdaki kadın da ödeme yapmam gerektiğini söyledi. Ben ise yapmayacağımı belirttim. Tam arkamı dönüp son sürat kaçmayı planlıyordum ki, kafamı çevirir çevirmez izbandut gibi bir zenci gördüm. Üstelik dudakları da baya kalındı!

Londra’da pavyonluk olmuştum ve hiçbir hizmet almadığım halde benden 320 pound para istiyorlardı. Ağlamak istedim, yalvardım, yakardım, dinlemediler. Bana “Üzerinde ne kadar varsa ver bari” dediler. Cüzdanımda tüm param vardı ve göstermek istemiyordum. Ama sonra zorla cüzdanıma baktılar ve kadın bana dedi ki, “Tamam sana 20 pound indirim yapıyorum. 300 pound’unu alıyorum. Çıkabilirsin. Neredeyse yarım saat geçmişti ve acayip sıkılmıştım.

En sonunda “Tamam” dedim ve razı oldum. Beni bıraktılar ve çıkarken küfür ettim. Zenci çıkarken beni yukarıda kandıran kadına bir kötülük yapmayım diye yanımda yürüdü. Çıkarken ona da bir küfür salladım ve yürüdüm.

İngiltere’de 5 parasız kalmıştım. Sırf biraz değişiklik yapalım diye. Ben ne bileyim orada da buradaki gibi pislik bir düzen olduğunu.

Bankaya gittim, zararım kadar kredi kartından para çektim. Sonraki günler az para harcamak için günde 1 öğün Mc Donald’s yedim. Kötü anıya rağmen her gün So-Ho’ya gittim. Orada içtim, eğlendim ve gerçekten ucuza yapmak istediğim şeyleri yaptım.

Benden size söylemesi: Her zaman yukarı çıkın ve ‘models’ yazan yerlere gidin. Mutlaka yanınızda biri olsun. Çünkü insan bilmediği bir yerde tek dolaşırken başına her şey gelebiliyor.

Ben resmen orada Sultanahmet’te turistlere yapılan muameleyi gördüm. Peşimden ısrarla takipler. Zorla dükkanlara sokulmaya çalışmalar. Devamlı yanında “Do you want Lady” (Kadın ister misin?) diye dolaşan insanlar…

Bu arada Londra’ya gitmişken sakın müzeleri gezmeyi de ihmal etmeyin. Aslında orada daha komik anılarım var. Bir kere daha çarpıldım ama onu da anlatmayacağım. Bana kalsın.

Kısaca ben macerayı seviyorum, dünyanın neresinde olursa olsun. Dönüşte Easy Jet’e bindim gene ve bu sefer tuvaletler arıza yapmadı ve ben de uçakta ‘battı balık yan gider’ hesabı ne bulursam yedim içtim.

Demek ki tasarruf yapacağım diye kasmayacaksın, çünkü o para çıkacaksa senden illaki çıkıyor mirim.

Bu anı da böyleydi işte…

Görüşmek üzere,
Alp…

7 yorum

Bir Yorum Yazın

  • slm dostum gercekten süper hikaye (: okurken zevk aldım teşekkürler bende macerayı seviyorum ve bir gün bende yurt dışına cıkarsam anılarımı paylaşırım (:

  • hahaha dersıme gec kalma pahasına okudum superdı ızbandut gıbı zencı dudaklrı kalın euheuheuhe kop 😀 blogun guzel dostum dondugumde tekrar gezıcem 🙂

  • 1.Soho gay barlarin ve 95kiloluk zenci ablalarin ‘show’ yaptigi bizim istiklalin arka sokaklarindan farksiz bi yerdir.Sana o ilk isin soho ya gitmek olsun dien arkadasinin kafasina siciimsadece hizli adimlarla soole etrafina bakacaan bi alandir
    2.Sana o soho ya git diyen arkadasin orda bi cluba girersen ne olacagini anlatmamis ya bi daha siciimbizim turist kaziklayanlar gibi aynen onlarda orda adami kaziklarlar 300pound verdiine i-na-na-mi-yo-rum!adamlarin rekoru olmussundur.O koca zencinin onune dikilip sadece sunu diicektin ‘where is the nearest police station?’bak nasi disardaydin sevgili Cemal Alp Solak

  • Yorum için çok sağ ol… 🙂

    Gerçekten eğlenceli bir yorumdu. Valla ben 2-3 kere polis çağırın dedim. Bekledim ama kesinlikle taviz vermediler. Hatta para vermemek için dövecekseniz dövün dedim, dinlemediler. Ben de sıkıldım verdim parayı çıktım…

    Sonuçta anlatacak bir anı oldu. Hâlâ yaşıyorum… 🙂

  • ahah valla ilginç bir deneyim olmuş Alp abi. Başımıza gelmemesi dileğiyle 😀

  • dostum nasi bi hikaye bu!! ne adamsin ya heryerde basina antin kuntin seyler geliyor 🙂

Cemal Alp Solak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri 2004 Mezunu, Eski Gazeteci, blogger, iletişim ve dijital pazarlama uzmanı... PHP ve WordPress sevdiği konular...