Listen Radio Groove Mix

Saat 03.45…

Evet, başlıktan da anlaşılacağı gibi bu aslında boş bir yazı. Yani, laf olsun, torba dolsun işlerinden…

Saat 03.45… Günlerden 19 Mart oldu herhalde… Ve şu an abimin evindeyim. Ağabey yazmıyorum çünkü artık Türkçe’de ağabey yazmak bana saçma geliyor. O yüzden TDK bu kelimeyi artık ‘abi’ olarak kabul etmeli…

Şaçmalamayım… Perşembe oldu. Demek ki, yarın yeni bir iş hayatına başlıyorum. Şirkette oturduğum yer ve çalışma arkadaşlarım değişiyor. Yeni bir bölüm ve yeni bir heyecan.

Bilmeyenler için söyliyeyim hemen: DHA’da editör olarak işe başlıyorum. Hani daha önceki yazımda, Hürriyet’teki sonum oldu yazmıştım ya, aslında olmadı. Yine aynı binada, aynı katta ama farklı bir yerde çalışmaya devam ediyorum.

Bu iyi oldu. Neden mi? Birincisi evim Halkalı’da. Hürriyet’e başlayınca yakın olsun diye taşındığım yerde yani. Bu Halkalı öyle bir yer ki, Edirne’ye gitmek aslında daha kolay. Çünkü ters. Örneğin bu Metrobüs denen araç, her yerden geçiyor bir oradan geçmiyor. Taksim ve bunun gibi yerlerden dolmuş denen araçlar yok. Sadece otobüs var. O da belli saate kadar tüm İstanbul’da olduğu gibi. Ayrıca otobüs deli gibi dolaştığından yol tam 2 saat sürebiliyor. Ama aynı yolu arabayla ya da taksiyle (Anadolu’da her arabaya taksi deniyor, anlamsız buluyorum) yarım saatte almak mümkün.

Her ne kadar çok kar yağmasa da, sert bir kış geçirdiğimizi söyleyebilirim. Neredeyse her gün yağmur damlaları yer yüzüne ulaştı. Sokaklar göle döndü. Islandık. Barajlara yaradı. Doluluk yüzde 90’na ulaştı ama sakın bu yaz rahat geçecek diye suları çarçur etmeyin. Çünkü, su bu hayattaki en değerli varlığımız, az da olsa, çok da olsa idareli kullanmalıyız. Örneğin, bulaşığı biriktirip makinede yıkıyorum ben. Elde de yıkayacaksam, bulaşıkları deterjanlarken suyu kapatıyorum böylece malak gibi boşa akmıyor. Ayrıca suyu en son tazyikte açmanıza gerek yok. Diş fırçalarken de aynı durum söz konusu. Fırça ağzımın içindeyken musluk kapanıyor ve ne zaman ağzımı çalkalayacaksam o zaman açılıyor. Allah sizi inandırsın, bu ay sadece 10 TL su faturası geldi. Hem ülkeye hem kendi cebime kazanç yani anlayacağınız.

Yahu bir kış dedik laf nerelere geldi. Halkalı’ya dönüyorum hemen. Velhasıl azizim bu Halkalı, Zimbabwe gibi bir yer olduğundan ben başka bir binada iş bulsaydım evim uzak kalacaktı ve günde birçok saatimi ‘normal’ İstanbullular gibi trafikte harcamak durumunda kalacaktım. Ayrıca şimdi en fazla 6 TL’ye taksiyle işe gidiyorum ama o zaman taksiye binemeyecek ve eğer iş yerinin servisi olmasaydı, kendi motorumla gitmek durumunda kalacak bu da bana ister istemez bir yük getirecekti. Ve de belki motorla gidip gelmemin mümkün olmadığı bir işe girecek ve o zaman hiç haz etmediğim toplu taşıma olayına geri dönmek zorunda kalacaktım. (Liseden beri pek kullanmıyorum. En son lisede düzenli olarak binerdim. Ünide de bindim ama arabayla gitmek daha bir kebap oluyordu.)

Yani aynı binada kalmak ilk önce işin eve yakınlığı bakımından iyi oldu. Ama ben yine de Halkalı’dan memnun değilim. Fakat en az bir sene daha burada kalmak ve bir yaz daha geçirmek istiyorum. Eli yüzü düzgün para kazanmaya başlayınca da (Ki bunu başaracağım en kısa sürede…) şehir hayatına dönmek istiyorum.

İkinci olarak da son 1 senedir Hürriyet’te çalıştığım için birçok güzel insan tanıma şansına eriştim. Onlardan ayrılmamak da hoş oldu. Yeni ortamda da birçok kişiyi tanıyorum ve şimdi daha az tanıdıklarımı da tanıyabileceğim. Sonuç olarak daha fazla insan tanımak için aynı yerde ve farklı birimlerde çalışmak mükemmel bir nimet.

Pazartesi’nden bu yana aktif olarak çalışmıyorum. İşe gidip geldim ama tek bir yazı bile düzeltmedim ya da yazmadım. Şahsen Cuma’yı iple çekiyorum. Çünkü ben çalışmadığım zaman rahatsız oluyorum bunu anladım. İki-üç günde kafayı yedim valla. Bunun aylarca sürmesini düşünemezdim. Herhalde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin daimi misafiri olurdum.

O yüzden şu kriz ortamında işsiz kalan, ya da iş bulamayan insanlara çok üzülüyorum. Ortalıkta boş gezen üniversite ya da lise mezunu gençler, içimi acıtıyor. Bu memlekette işsizlik çığ gibi büyüyor. Allah’tan kriz teğet geçti hamdolsun. Bir de ezip geçseydi ne olacaktı acaba!!!

İşsiz olan insan ne yapar peki? Valla orada burada sürter, kırathanesi olan yerlerde oturuyorsa kahveye takılır, ya da tüm gün evinde oturur, interneti varsa internete girer, biraz aktif bir bireyse, hobileri varsa onlarla uğraşır. Kitap okur, müzik dinler, balık tutar ya da her akşam Müzeyyen Senar eşliğinde (parası varsa) iki duble içer efkar yapar.

Kısaca, en verimli zamanında çalışıp üretmek yerine boş boş durur. Sosyal bir insan değilse, ya da benim gibi Halkalı’da oturuyorsa (yalnız olmak da ayrı bir dert Halkalı’da) kısa süre içinde kafayı yer. İnsanın kendini dinlemesi kadar güzel bir aktivite bu dünyada azdır. Fakat, sürekli kendini dinlemekte bir süre sonra beyinde karşı konulamaz hasarlar bırakabilir. Özellikle benim gibi sürekli soru soran ve 1 dakika bile düşünmeden boş duramayanlar için bu süreç gerçekten tehlikeli. Baksanıza daha 2-3 günde saçmalamaya başladım bile.

Liseyi bitirdiğimde 1 sene açıkta kalmıştım. Dersaneye falan da gitmedim. Evde oturdum. Ama o zaman ailemleydim ve Yenilevent’te oturuyordum. Taksim vesaire çok yakındı. Bol bol arkadaşlarla takılıyor, eve neredeyse uğramıyordum. Arkadaşlarımın çoğu da benim gibi boştu o yıllarda. Bundan dolayı o bir sene boşluğu hissetmemiştim. Hatta yıllarca okuduktan sonra o bomboş geçen bir sene ilaç gibi gelmişti. Kendimi tazeleme şansına erişmiş ve yeniden okumak için gerekli beyin boşaltmasını da yapabilmiştim. Böylece, oldukça verimli olarak ünide 5 sene geçirebildim ve sadece birinci sınıfta Mat 141 denen dersden çaktım. Ondada bütte 90 alıp yola devam ettim. Bir daha bütünleme görmediğimden dolayı, çok güzel ve uzun yaz tatilleri yapma şansım oldu.

Üniden sonra askere gidene kadar TRT’de çalıştığım için bir boşluk yaşamadım. Askerden gelince de Kariyet.net’ten iş buldum ve Akşam Gazetesi’ne girdim. Böylece gazetecilik hayatım başlamış oldu. Medyaevi’nden ayrıldıktan sonra 1 ay kadar boş kalmıştım. Ama sadece bir ay. O zaman kriz de yoktu. Şimdi biliyorum ki, eğer gazete kapanma sürecinde işsiz kalsaydım en az 4-5 ay boş boş duracaktım. Yalnız yaşadığım ve kira ödediğim için de kriz ikiyle çarparak beni etkileyecek, hem boşluk, hem parasızlık hem de çaresizlik içinde karınsal travmalar geçirecektim. Bir yandan da benimle birlikte her zaman desteklerini esirgemeyen ailem de üzülecekti.

Toparlamak gerekirse, bu zor dönemi krize girmeden atlatmamı sağlayan başta Tanrı’ya, daha sonra da emeği geçen herkese teşekkür ederim. Bana güvenen ve inanan insanları asla mahçup etmedim. Bundan sonra da etmeye niyetim yok.

Hedeflerim yüksek ve önümde daha kat etmem gereken onlarca kilometre var. Geriye dönüp baktığımda fazla bir kilometre taşı da geride bırakmamış gibi hissediyorum. O yüzden artık daha hızlı ve hırslı koşmam gerekiyor. O gücü içimde hissediyorum. İnsanlara da güveniyorum.

Evet çok uzun oldu biliyorum ama zaten burası benim günlüğüm. Benden başka kimse, günlük kısmını okumak zorunda değil. Ama her günlük yazım tamamen kişisel hesaplaşma ve paylaşım içinde olmasına rağmen yine de 30-40 kişi tarafından okunuyor en az.

Demek ki, bunların içinde de keyifli ve bir o kadar da ilgi çekici konular geçebiliyor. Bence okumakta fayda var. Çünkü bir insanın kendi içsel hesaplaşmasını ve yaşadıklarını özümsemek, insan psikolojisinden anlamayı geliştirecek ve kişilerin empati yeteneğini artıracaktır diye düşünüyorum.

Burada benim sansür mekanizmam yok. Yaptığım doğruyu da yanlışı da açıkca söyleyebilirim. Örneğin, dün birinin üstüne çok gittim ama o aslında bunu hak etmiyordu. Ben de hak etmediğim davranışlara maruz kalıyorum ve çoğu zaman bunları içime atıyorum. Fakat, bana yapılan ne olursa olsun başka bir insanın üstüne giderek onu yıpratmamam gerekiyor.

Şu hayatta bir gerçek var. Bir insanı kazanmak istiyorsan onu kendi haline bırakacaksın. Bunu 2+2=4’ü bildiğim gibi biliyorum. Fakat, nedense bildiğim her şeyi doğru şekilde uygulayamıyorum. Dünyanın en sabırlı adamı olmama rağmen bazen oldukça sabırsız olabiliyorum. Zaman zaman insanlara çok kızıyorum ve kırıcı olabiliyorum. Yine de onarabileceğim her şeyi onarmayı başardım şimdiye kadar. Ya da onarmak istediğim.

Bazen diyorum kendi kendime, keşke iyi olmasaydım. Ama iyi ya da kötü, akıllı ya da aptal, zengin ya da fakir, kültürlü ya da cahil olmak bu hayatta seçilmiyor ki. Aslında kendi şansını kendin yaratıyorsun. Fakir de gelsen zengin gidebilirsin. Ya da zengin başlayıp yerin dibine inebilirsin. Fakat, bazı şeyleri değiştirme şansı yok. Örneğin zekayı. Geliştirme şansı var ama 50 IQ’yu 150 yapma şansın yok. Estetikle dışını değiştirebilirsin belki olabildiği kadar ama yine de Brad Pitt olamazsın. İçini değiştirmen de imkânsızdır. Bu hayatta bazı kazanımlar eğitimle gelir, bazılarıysa doğuştan. Herkes iyi müzisyen olmaz ya da ressam. Herkesten de bir cerrah olmaz. Ya da herkes benim kadar akıcı ve basit yazamaz. Veya herkes anlatmak istediklerini kelimelere dökemez. Bazısı konuşurken başarılıdır, bazıları yazdıkça kendini bulur. Bazıları sıcak sever, bazıları soğukta mutlu olur. Sonuçta her insan bir kapalı kutu. O kutuyu açmak da yürek ister. Yürekli olamazsan bu hayatta kazanamazsın. Sırf bu yüzden basitin yerine en olmayacak aşkın peşinden gitmek gerekir…

İnsanın içindeki ‘öz’ neyse onu değiştiremeyiz. O sebeple ben kötü olamam. Kötü düşünemem. Bundan dolayı belki çok acı çektim ve çekmeye de devam edeceğim fakat anladım ki, ben bu hayatta ‘Alp’ olduysam ve gerçekten beni seven dostlara sahip olabilmişsem (Çıkar dostluklarını demiyorum, öyle tipler asla belli bir mesafeden fazla yanıma yaklaşamaz), tamamen bu kimlikte ‘Alp’ olmamdan dolayı oldu. Tanrı’ya şükürler olsun ki, beni kötü, çıkarcı, küçük düşünen bir birey olarak yaratmadı. Bana doğruları öğreten ve bu hayatta çalıp çırpmadan sadece bildiğin yolda ilerleyerek belli bir şansı elde edebileceğini gösteren aileme ve bana yol gösteren ‘iyi’ insanlara sahip oldum. Yavşak insanları hayatımdan uzaklaştırmam da bana güç veren herkese ve her şeye tekrar sonsuz teşekkürler…

Valla bana kalsa sabaha kadar yazarım ve bu bitmez. Fakat, bazı şeyleri de başka günlüklerde yazayım…

Şimdi artık uyumam lazım…

Bunu buraya kadar okumayı başaran varsa da, helal olsun…

İyi ki varsınız…
hOşÇa KaLıN

1 yorum

Bir Yorum Yazın

  • yolun açık şansın bol olsun
    bu kadar kolay bu derece akıcı yazan birinin
    doğa inandığı yolda mutlaka önünü açar

Cemal Alp Solak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri 2004 Mezunu, Eski Gazeteci, blogger, iletişim ve dijital pazarlama uzmanı... PHP ve WordPress sevdiği konular...