Listen Radio Groove Mix

Saat gecenin 2’si neredesin ey sevgili?..

Şimdi bunu yazınca gene ‘aşk böcüğü’ şekline bürüneceğim zannettiniz değil mi? Yok hakikaten yok. Artık o ruh halini geride bıraktım. Ama şu var bu aslında bir günlük yazısı. Bu sebeple önce “Merhaba günlük” gibi bir giriş yapmam gerekiyordu. ‘Ama hayatta asla hiçbir şey için geç değildir’ safsatasından yola çıkarak şimdi selamlamak üzere seni alt satıra geçiyorum günlük.

Merhaba günlük,

Son zamanlarda seni ihmal ettim. Yazamadım, belki de yazmadım. Bilmiyorum… Ya da belki böyle 2-3 günlük bir yazı yazmak istedi canım… Sonuçta şimdi burada seninleyim.

Saat 02.17. Sabaha az kaldı ama daha önümde uyumak için yeterli saatler var herhalde. Bu sebeple paniğe gerek yok. Sonuçta 8’de kalkmam lazım…

Sana yazmayanı neler mi yaptım? Bu sorunun geleceğini biliyordum. Çünkü günlük sen de içimdeki bensin aslında. Kendi kendime konuştuğum, yargıladığım, fikirlerimi toplayıp bir demet halinde sunduğum ve sonunda “Oğlum saçmalama” diyensin.

O sebeple bana belki de benden daha yakınsın. Beynimin içinde bir girdapsın ve asla benim içimdeki gerçeği su yüzüne çıkarmıyorsun. Çünkü bulanmışsın, çünkü yormuşlar seni…

Ve de günlük neden her zaman bu kadar rasyonelsin. Senin hayatın hep ‘mantık’ mıdır? Her zaman pozitif bilimlerden mi yola çıkarsın. Duyguların yok mu senin. Kalbin içini dinlemez misin? Optimist olmak zorunda mısın? Peki sence bu hayatta her şey ve herkes iyimi? Neden hep “Bu yolları sen aşarsın” bana diyorsun. Demek ki sen hayat enerjisinin. İnsanın içinde olan.

Ve işte sana istediğini veriyorum. Kendimi açıyorum. Her zaman olduğu gibi. Şimdi bugün günlerden ne? Sanırım Salı oldu. Önce Cumartesi ne yaptım ondan bahsedeyim. Cumartesi dışarı çıktım. Taksim’e gittim. Daha doğrusu Beyoğlu’na…

Sence nasıldı Beyoğlu? Bildiğin gibi kalabalık… Yanımda Akşam’da çalışırken tanıştığım Serkan vardı ve onun bir arkadaşı. Aslında onlar oturuyordu ‘Baykuş’ta ben yanlarına arz-ı endam ettim. İçmeye başlamışlardı. Garsonu çok uğraştırmadan bana da bir “Efes” dedim. Şişe Efesim’i yudumlarken arkadaşıyla tanıştım. Sonra laf lafı açtı, biralar biraları kovaladı. Saat ilerledi. Serkan lavoboya gitti, dönerken üst kattaki masadan bir mandalina çaldı ve o saatte o mandalina çok tatlı geldi.

Sonra Serkan’ın sevgilisi teşrif etti masaya. Radikal’den ama ismini veremem şimdi sana. Bir tane daha içip kalktık ve kendimizi ‘Çalıntı’ya attık. Hani şu ‘Madrid’in karşısında olan ve sırf ‘Türkçe’ çalan bara. Yıllardır oranın merdivenlerinden tırmanmıyordum. Benim için de bir nostalji oldu. İçeri girdiğimizde ‘Edip Akbayram’ çalıyordu. Daha sonra, ‘Doğan Canku’, ‘Erkin Koray’, ‘Ersen ve Dadaşlar’ gibi 70’lerden bir sürü müzisyen bizi ziyaret etti.

Bazen şarkılara eşlik ettik, bazen o yılların gitar tınılarına ve müzikalitesine güldük. Sonuçta orada da 50’lik Arjantinler su gibi aktı ve uzun zamandır yapmadığım kadar midemi arpa suyuyla şişirdim. Bir ara tuvalete gitmek gibi bir hata yaptım ve yaklaşık 15 dakikam anlamsız bir sırada geçti. Kendimi sanki ‘Park Orman’da çişini yapmaya çalışan insanlardan biri olarak gördüm…

Ben tuvaletten çıktıktan sonra çok az daha oturduk ve ayrıldık. Oradan Halkalı’daki stüdyo dairemin yolunu tuttum. Sabah 6’da yatıp işe gittim.

Dün gece bildiğin üzere GS-BJK maçı vardı. Ben de maçı izlemek için gazetede kaldım. Barda bira eşliğinde keyifli bir maç izledim. Sonuçta 4-2 galip geldik ve keyfim daha da arttı.

Maçtan sonra fazla oyalanmadan atladım motora bastım eve. Hava soğuktu. Sanırım yarın kar gelecekmiş. Çok fena. İşe nasıl gideceğim motorla. Bir bu eksikti. Neyse, eve döndüğümde cılkım çıkmıştı ama yine de yatmak istemiyordum. Önce maçın geyiklerini izledim. Sonra biraz PC’de takıldım. Sanırım birkaç şey ekledim siteye. Annemle MSN’de sohbet ettim ve bana dedi ki, “Alp yarın eve gel balık var.” Balık ilgimi çekmemişti aslında. Yol da gözümde büyüyordu. Fakat diğer teklifine hayır diyemezdim. Çünkü aynen bana şu lafı etmişti: “Bir dedikodum var ama eve gelirsen söylerim.” Her şeye “Hayır” derim ama bir dedikoduya asla hayır diyemem. Tabi ısrar ettim “Çatlatma adamı” diye ama yer mi bizim anamız bunu.

Sabah oldu, işe gittim. Dönüşte servisle evin yolunu tuttum. Açıkcası gözüm yemedi o yolu motorla gitmek o yüzden sabah motoru evde bırakmıştım.

İstanbul trafiğinde 1.5 saat harcadıktan sonra Yenilevent’e vardım. Evde beni mırlan, dil balığı ve bir balık daha bekliyordu. Ayrıca karidesli salata vardı. Demek ki, o kadar yol gelmeme deymiş hakikaten. Afiyetle yedim.

Dedikoduya gelince, gerçekten de bomba dedikoduymuş. Abim eve çıkıyor! Vay be. Demek ki, hakikaten yıllar geçiyor, biz de büyüyoruz.

Neyse şu an saat 02.49. Siteye ilgi her geçen gün arıyor. Günde 150 kişiyi buldu ziyaretçiler. Sonuçta herkesi bekliyorum ben. Oturup iki rekat bir şey okumak isteyen, oturup güzel bir klip izlemek isteyen, ya da canı sıkılan herkese kapımız açık. İsteyen okur, isteyen okumaz. İsteyen keyif duyar, isteyen uyuz olur. Ben sırf seninle kalsam bile bu dünyada mutluyum zaten günlük.

Sabah iş var, İstanbullular’a yeni haberler sunmalıyız. Şehir bizi bekliyor…

O sebeple, artık kaçayım…

Kendine çok iyi bak…

Sevgiler,
Alp…

Yorum ekle

Bir Yorum Yazın

Cemal Alp Solak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri 2004 Mezunu, Eski Gazeteci, blogger, iletişim ve dijital pazarlama uzmanı... PHP ve WordPress sevdiği konular...