Listen Radio Groove Mix

15 Temmuz! Uçurumun kıyısından dönüş…

Aslında bu yazıya 15 Temmuz darbe girişimi gecesi yaşananları ve benim neler yaşadığımı anlatarak başlamıştım. Ancak oldukça uzun bir yazı oldu ve o gece olanları zaten herkes biliyor… Bu sebeple yazının üst kısımlarını uçurdum ve sadede geldim… Yani benim darbe ve sonrası hakkındaki düşüncelerime…

Şunu öncelikle belirtmek istiyorum. Ben 35 yaşındayım ve bugüne kadar başarıya ulaşmış bir darbe görmedim. Ancak okuduğum, ailemden, büyüklerimden duyduğum kadarıyla şunu belirtmek isterim: “Darbe bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir.” Birçok konuda hak ettiğimiz standartlarda yönetilmeyen bir ülke olsak da darbe rejimi, en kötü demokrasiden daha kötü ve karanlık bir dönemin yaşanmasına sebep olur.

Düşünün, o gece önünde siper olan halka ateş etmekten, bomba atmaktan çekinmeyen bir zihniyetin iktidar olduğunu… O zaman bu ülkede nefes almak bile lüks olurdu. Faşizm ve baskının zirvesini yaşardık. Sosyal hayat ve ekonomi tamamen çökerdi. Belki 30-40 sene geriye giderdik. 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz sabahı, ister nedeni demokrasiye sahip çıkmak, ister sadece liderlerinin sözünü dinlemek olsun sokağa çıkan ve direnen herkes önemli bir iş yapmıştır. Allah hepsinden razı olsun. Her ne kadar TSK’nın tüm unsurlarıyla bu darbeye katılmamış olması, başarıya ulaşamamasında en önemli sebep olsa da sokağa çıkan halk, oradaki komutanların büyük bir şok yaşamasını sağladı. Gariban erlerin korkarak sinmesine vesile oldu. Böylece birkaç yer hariç, çok büyük çatışmalar yaşanmadan, asker teslim oldu.

Üzüldüğüm konu ise sokaklarda tek bir partinin ve liderin sloganları atılıyor, marşları çalınıyor oluşu… Şahsen ben bunu doğru bulmuyorum. Bu olay, partiler ve siyaset üstü bir olay olmalı. Bir demokrasi kazanımı olarak görülmeli… Sokağa çıkan kitle, bir partinin ya da liderin sempatizanı olsa bile tüm Türkiye’yi kucaklayacak sloganlar atmalı, marşlar söylemeli… Partileşen bir eylem olduğu için, şahsen ben sokağa çıkmıyorum. Sokağa çıkınca İstiklal Marşı dışında bir marş ya da parti müziği duymak istemiyorum. İktidarı desteklemeyen insanlara karşı atılan sloganları duymak istemiyorum. İnançlı bir insan olmama rağmen, dini sloganların demokrasi kazanımıyla bir araya getirilmesini doğru bulmuyorum. Allah ile kul arasında olan konuların, siyasete ve ülke yönetimi meselelerine karıştırılmasına her zaman karşı çıktım. Orada söylenmesi gereken sloganların, ülke birlik bütünlüğü, vatan ve demokrasi sevgisi üzerine olması gerektiğini düşünüyorum. Sözün özü, bu minvalde söylemler azınlık olduğu için ve konu parti ve lider propagandasına dönüştüğünden dolayı sokağa çıkıp bayrak sallamam. Bu beni ne darbeci yapar, ne de vatan haini… Ben bu ülke için üniversite biter bitmez askere kendi rızamla gittim. Eksi 25-30 derecede herkes yatağında uyurken vatan için nöbet tuttum. Şu an deseler, savaş çıktı hemen orduya katılacaksın, gözümü kırpmadan giderim ve savaşırım. Canımı seve seve veririm. Bugüne kadar hiçbir kişinin adamı olmadım. Hiçbir partiye çıkar için yanaşmadım. Dönem insanı olmadım. Ben 1996 yılında, henüz 15 yaşındayken, bu yapının olduğunu bilmiş ve o yıllardan bugüne kadar olabildiğince tüm çevreme onların gerçek niyetini anlatmış biriyim.

Türk Telekom’da çalışırken, onların nasıl yapılandığını, nasıl hak etmedikleri ve hiç donanımları olmadığı halde önemli pozisyonlara getirildiklerini bilen bir kişiyim. Onlardan olmadığım için çekmiş ve yükselme şansının donanım ve bilgiden geçmediğini anlayarak, istifa edip ayrılmayı seçmiş bir kişiyim.

O yüzden kimse bana hikaye anlatmasın. Ayrıca sosyal medyada bu olayın sürekli Gezi’ye bağlanma onunla kıyaslanma gayreti içine girildiğini görüyorum. Gezi ister beğenin, ister beğenmeyin bir halk direnişiydi. İktidarın kendinden olmayanı yok sayması ve “Dediğim dedik, yaptığım yaptık” anlayışına bürünmesine karşı oluşan bir eylemdi. Halk kendisine dayatılmak istenene karşı çıktı. İster ağaç deyin, ister yaşam hakkı, özgürlük. Elbette eylemin içine sonradan şer odakları dahil oldu, o ruhtan nemalanmak istedi. Ancak orada  baskıya ve zorla dayatılmaya karşı önemli bir direniş yaşandı, insanlar öldü, sakat kaldı. Gezicilerin büyük çoğunluğu bu ülkeyi seven insanlardı. Çürük elmalar her zaman ortaya çıkıyor. Tıpkı bugün fırsattan istifade sokağa çıkıp “Şeriat isteriz” diye bağıran kitlenin, insanları sokakta taciz ederek dolaşması gibi…

Bu arada “Şeriat istemenin” darbe istemek gibi Anayasal düzene karşı bir suç olduğunu da hatırlatayım. Bu ülkenin rejimi belli. Anayasal, laik, demokratik bir hukuk devleti. Bu ülkenin dinsel bir problemi yok. Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman. Herkes ibadetini özgürce yapıyor. Eskiden olduğu gibi, kılık kıyafet konusunda baskılar söz konusu değil. Dolayısıyla bir rejim sıkıntısı yok. Şeriat devleti isteyenler bunu çok istiyorlarsa, ülke sınırları dışında olan herhangi bir yerde arasınlar. Türkiye’nin yolu demokrasi ve demokrasi herkese lazım. Hangi siyasi partiden, görüşten olursa olsun ya da benim gibi sadece “Türkiyeci” olsun, herkes için demokrasi şart. Birlikte yaşamayı, birbirimizi sevmeyi öğrenmek zorundayız.

Bayramda buraların gerilen ortamından biraz uzaklaşmak ve kafa dinlemek için İngiltere’ye gittim, oradan da yine Birleşik Krallığa bağlı olan İskoçya’ya geçtim. İnanın bana orada hatırı sayılır Müslüman nüfus var. Ayrıca tüm dünyadan başka dinlerden milyonlarca insan yaşıyor. Kimse kimseye karşı kin, nefret, ön yargı beslemiyor. Herkes sokakta özgürce istediği gibi yaşıyor, istediğini giyiyor. IŞİD ve bunun gibi şer odakları ise insanların barış ve huzuruna karşı nifak tohumları ekiyor. İnsanları ötekileştirerek, nefreti şiddet ile besliyor. Ancak İngiltere’de gördüğüm kadarıyla IŞİD, ne yaparsa yapsın, insanları Müslümanlar’a karşı kışkırtamamış. Günlerce sokakta yürümeme rağmen, herhangi bir yerde İslam’a karşı kötü bir bakış açısı görmedim. Yani onlar neyin ne olduğunu biliyorlar, yapılmak istenen oyunun farkındalar…

Amerika’yı düşünelim. Herhalde dünyanın en karışık ülkesi… Yüzlerce etnik kökenden insan var. Ülkede birçok farklı dil konuşuluyor. Siyahiler, Hispanikler, Hintliler, Çinliler, Avrupa kökenliler, Türkler, Araplar… Elbette dönem dönem ırkçılık var ancak dünyanın kilometrekare olarak en büyük ülkelerinden birinden bahsediyoruz. Nüfusu herhalde ilk 5’in içindedir. Bu ülkede yaşayan herkes, Amerikan vatandaşlığını en yüksek ortak değer olarak kabul etmiş durumda… Buna hemen ulaşmadılar tabii ki… Yerlileri katlettiler, savaşlar yaşadılar, ırkçılık dönemi geçirdiler, siyahları köle yaptılar vesaire… Ancak tüm bu mücadelenin ve kanlı dönemin sonunda bir arada huzur içinde yaşamanın yolunu bulabildiler. Şu an Amerika için hepsi tek yürek, hangi ırktan, etnik kökenden gelirse gelsin herkes Amerika Ulusal Marşı’nı gurur içinde söylüyor. Bizim ilacımız budur.

Şu bir gerçek, biz tehlikeli ve birçok oyunun döndüğü bir coğrafyada yaşıyoruz. Belki hiçbir zaman Norveç gibi bir ülke olamayacağız. Dünyanın en karışık bölgesinde Avrupa ile Asya’nın birleşme noktasında yer alıyoruz. Tarih boyu bu coğrafyada savaşlar, sorunlar eksik olmamış. Herhalde bu coğrafyada doğmak bizim zorlukla mücadele etme gücümüzü olumlu yönde etkiliyor. Düşünsenize, ülkemizde sürekli bir olay, bomba, terör… Biri bitiyor, biri başlıyor. Tam “Bu en kötüsüydü, bundan kötüsü olamaz” derken, bir gece darbe kabusu yaşıyoruz. Her şeye rağmen, hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz, geleceğe umutla bakmak istiyoruz. Bir gerçek daha var. Bizim büyük bir devlet olmamızı çevremizde bulunan, hatta çok uzaklarda olan birçok ülke istemiyor. Bu ülkenin sürekli sağcı, solcu, Alevi, Sunni, Türk, Kürt, Dinci, Laik, Ulusalcı, Kemalist ve bunun gibi ayrıştırılmaya çalışılmasına buna yoruyorum.

Peki biz ne yapacağız daha doğrusu ne yapmalıyız? Acılardan ders alacağız, akıllı olacağız. Birbirimizi seveceğiz. Sadece bu ülke insanı olduğu için seveceğiz. Kimseyi ötekileştirmeyeceğiz, herkese sevgi ile yaklaşacağız. Dünya görüşümüz bambaşka olsa da kimse için kötü düşünmeyeceğiz, ön yargı yapmayacağız. Ancak böyle bu ülkede huzur bulur ve sonraki kuşaklara büyük bir Türkiye bırakabiliriz. Önce Türkiyeci olacağız, sonra sağcı, solcu, İslamcı, ulusalcı vesaire olarak kendimizi tanımlayacağız. Anahtarımız ülke sevgisi olacak. Ülkeyi seven herkes birbirini sevecek, düşmanımızı sadece ve sadece gerçek ülke düşmanlarında ve bizi bölmek isteyenlerde arayacağız. Kimsenin hayatını değiştirmeye çalışmayacağız, kimseye baskı yapmayacağız…

O yüzden şimdi siyasilerin söylemleri çok önemli… En kötünün eşiğinden döndük. İnanın bana darbe olsaydı, şu an ne sağcılık kalırdı, ne solculuk ne de başka bir şey… Halkı germemek bölmemek gerek. O yüzden Cumhurbaşkanımızın yaptığı “Gezi Parkı” çıkışının, darbe kalkışmasından sonra toplumda olan birlik ve beraberlik duygusuna zarar verdiğini düşünüyorum.

Birkaç cümleyle bitiriyorum… Darbe konusunda bundan sonraki süreçte çok dikkatli olunmalı… Kaş yapayım derken göz çıkarırsak, bundan 5 yıl önceki haksızlık sürecine dönebiliriz. Bu darbeye karışan illegal yapıyı destekleyen herkes elbette en ağır cezayı almalı… İdama dönüşü olmayan bir ceza olduğu için evrensel hukuk kurallarına göre pek sıcak bakmıyorum. Olacaksa darbenin en başında olan birkaç şahıs için söz konusu olabilir. Bu konuyu değerlendirmek beni aşar. Haddim değil, kimsenin bu hayatta kalıp kalmamasına karar verecek durumda değilim. Ancak AB’ye girelim ya da girmeyelim, Türkiye’nin yolunun AB standartları, demokrasisi ve hukuku olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer bu karar AB yolumuzu tamamen tıkayacaksa olmamasından yanayım. Ağırlaştırılmış müebbet cezası, tam olarak uygulanırsa idam kadar ağır bir cezadır. Bu benim düşüncem, meclisimiz ve ülke yöneticilerimiz ne karar verir bilemem. Bekleyip göreceğiz. Ancak kandırılan, parası olmadığı için 20 yaşında vatan hizmetini yapmak üzere askere giden, vatandaşa zarar vermeyen, gariban er ve erbaşların biran evvel salı verilmesini doğru buluyorum. Devletteki temizliğin, mümkün olan en doğru şekilde yapılmasını isterim. Gerçekten bu işle ilgisi olmayan insanların, siyasi görüşü farklı olduğu için devletten uzaklaştırılmasını doğru bulmam. Umarım hukuk ve adalet çerçevesinde kararlar alınır…

Bir daha böyle acıların yaşanmadığı, huzurun ve güvenin hakim olduğu bir Türkiye dileğiyle…

Yorum ekle

Bir Yorum Yazın

Cemal Alp Solak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri 2004 Mezunu, Eski Gazeteci, blogger, iletişim ve dijital pazarlama uzmanı... PHP ve WordPress sevdiği konular...