Listen Radio Groove Mix

Sanal kimlikler üzerine kafa yormaca

Bugün aslında buraya yazasım yoktu. Son zamanlarda bu bitmez mecrayı yeteri kadar kendi kilobyte’larımla doldurdum zaten. Fakat bende de nedense bitmiyor yazma isteği. Dedim bari boş geçirmeyim bugünü ve bir konu üzerinde tartışayım kendimce.

Aslında dün sadece 2 saat uyudum ve bütün gün çalıştım. Üstelik yoğun bir gündü de. Fakat yine de son bir gaz bu yazıyı yazmak istiyorum.

Bu kadar uzun bir giriş yapmak istemezdim aslında ama malum internet ortamı bir vuruş kısıtlaması yok, biz de geniş takılıyoruz.

Bugünkü konum sanal kimlikler. Nedir bu sanal kimlik? Aslında bu konu hakkında milyonlarca yazı yazılmıştır herhalde. Yerli, yabancı, melez vesaire… Ama ben kendi açımdan değerlendirmek istiyorum olayı.

O sebeple başlıyorum şimdi:

Sanal Kimlikler Second Life'da bir çiftİnternet hayatımıza girdikten sonra ve önce olarak dünya üzerindeki yaşamı ikiye ayırabiliriz aslında. Tıpkı, M.Ö., M.S. gibi. Bence insanlık tarihinde bir miladdır internetin bulunuşu. O sebeple es geçilemez. Çağ açıp kapattığı kesindir.

Sonuç olarak o güne kadar sosyalleşmek için bu toplumun içine bir şekilde bir yerden bir giriş yapmanız gerekiyordu. Aynı mahallenin çocuğu olmak, aynı sitede oturmak, aynı köyde yaşamak vesaire. Sonuçta dışarı çıkıyor ve diğer insanlarla tanışıyordunuz. Tanışmak da genelde bir tarafın söze başlamasıyla oluyordu.

İnsanlar hayatında 3 şekilde tanışırdı. Birincisi kanı ısınarak. “Yahu bu çocuk benim kafada herhalde” derdin ve yanına gider “Merhaba, acaba sen de yakar top oynamak ister misin” diye sorardın. Cevabı genelde “Olumlu” olurdu çünkü onun da canı oyun oynamak isterdi.

İkinci tanışma şekli ise direk uyuz olarak başlardı. Onu görür görmez uyuz olurdun. Bir şekilde bunu belli etmek isterdin. Yanına gider sataşırdın. (Bu ben olmazdım genelde.) Kavga ederdin. Sonra o kavga gider dostluğa dönüşürdü.

Son tanışma şekli ise arkadaşın, arkadaşı vasıtasıyla olan tanışmaydı.

Tabi, okul, kurs, dersane, üniversite, iş yaşamı, parti, toplantı, konser vesaire gibi her türlü sosyal ortam da yeni insanları tanımak için bulunmaz nimetlerdi ve genelde aynı yerde oturun kişiler ve akrabalar, onların tanıdıkları hariç hayatımızda kimi tanırsak bu gibi sosyal ortamların içine girmemiz sayesinde olurdu.

Tabi artık tüm bunların yanına son 15 yıla damgasını vuran bir icat girdi. O da şu an bu yazıyı okumak için kullandığınız internet tabii ki.

Yukarıda belirttiğim tüm tanışma şekillerinin aksine bu sefer yüz yüze değil, insan icadı bir alet aracılığıyla sosyalleşmek mümkün oldu. Artık sınırlar ve mesafeler de kalktı. Dünyanın her yerinden insanlarla aynı anda yazışabiliyorduk. Zaman içinde bu yazışmaya sesli ve görüntülü konuşmalar da eklendi tabi.

Sonra da sanal sosyal platformlar patladı. Çünkü günümüz hayatında insanların sosyalleşmesi kolay değildi. En kolay sosyalleşme yolu olan internet de yeni insanlarla tanışmanın en popüler yeri oldu. Artık her gün yeni birini hayatımıza sokabilirdik. Beğenmezsek, bir başkası vardı. Alternatifler sınırsızdı. Üstelik birebir yüz yüze konuşulmadığı için de çok daha rahat olunabiliyor ve normalde söylemesi zor olan şeyler teker teker yazılara dökülüyordu.

İnternette sosyalleşmek diğer tüm tanışma yöntemlerinin aksine yüz yüze bir ilişki gerektirmediğinden dolayı, zaman içinde insanlar da kendilerini sanal ortamda farklı göstermenin daha kolay istediklerine ulaştırabileceğini düşündü. Böylece sanal kimlikler oluşmaya başladı.

Normalde saklanamayacak kusurlar gizlenmeye, olmayan yetenekler varmış gibi sunulmaya, hatta kendini tamamen bir başkası yerine koyma gibi hadiseler görülmeye başlandı.

Bu o kadar ileri gitti ki, artık sanal ve reel kimlik birbirinden tamamen ayrılmaya başladı. Hatta kimi zaman sanal kimlikle, gerçek kimlik iç içe geçti. Bazen de sanal kimlik, gerçek kimliğin üzerine çıktı. Yani baskın oldu. Sonuçta 2000’li yılların insanları sanal kimlikler edinmeye ve onlarla yaşamaya başladı.

Artık sanal dünya reel dünyadan tamamen farklı bir çizgiye ulaşmış durumda. İnsanlar internette aşk yaşıyor, sevişiyor, ya da sosyal ortamlara girip hayat sürüyor. Bunu da tamamen reel hayatlarından ayırıyorlar ve kesinlikle reel olarak, gerçek kimlikleriyle insanlarla konuşmuyorlar. Fakat, içinde yaşadıkları sanal dünyaya o kadar bağımlılar ki, bir çoğu internette bilgisayar karşısında geçirdiği zamanı, evde kocasıyla sevişmeye, arkadaşlarıyla gezmeye, sinemaya gitmeye, partilere katılmaya ve gerçek kişileri tanımaya tercih ediyor.

Bu hem ruhsal bir problem yarattığı gibi zaman içinde bedensel problemler yaşamaya, büyüyen basenlere ve popoya sebep oluyor.

Sonuçta reel mutluluk yaşayan insan, bir süre sonra gerçek mutluluk aramaktan ve bu hayatın güzelliklerini yaşamaktan, koklamaktan, öpmekten, dokunmaktan vazgeçiyor.

Bunun en temiz örneği Second Life denen oyun. Bu oyunu bir süre oynadım. Hâlâ arada sırada girer bakarım. Orada sanal evlilik yapan, ev kuran, bir aile olan o kadar çok insan var ki. Dünyanın her yerinden bir çok insanı görebilirsiniz. Genelde oyun içinde en az 30-40 bin kişi oluyor. Gerçek dünyada olabilecek her şey orada da var. Tabii, hepsi sanal. Oyunda gerçek para harcıyor, gerçek para kazanıyorsunuz. Tabii, oradaki ismi Linden. 1000 Linden 4 dolar ediyor.

Oyunda herkes ya çok yakışıklı ya da çok güzel. Avatarlara bakarsanız hemen her gün yeni bir aşk yaşayabilirsiniz. Özellikle hatunlar kıyafetlere ve güzel gözükmeye çok para harcıyor.

Bu insanların çoğu gerçek hayatta sosyalleşme problemi olan ve sanal dünyada kendilerini çok güzel göstererek zaaflarını örtmeye çalışan, problemli tipler. Elbette, oyunu sadece oyun olarak görüp arada iki rekat girip biraz geyik yapmak için kullananlar da var ama birçok kişi günde 8-10 saatini bir bilgisayarın başında sanal dünyayı gezerek, sanal dans yaparak, sanal sevişerek geçiriyor.

Second Life’ı sanal dünyanın gittiği son noktaya bir örnek olarak gösteriyorum. Elbette teknoloji geliştikçe bu sanal dünya daha fazla hissi de sunacak ve çok daha reele yaklaşacak.

Peki sonunda ne olacak. Bir sürü yalancının olduğu bir dünya. “Doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar” derler. O zaman gidecek 10’uncu köyde kalmayacak. Zamane çocukları zaten artık sokağa çıkıp çelik çomak oynamak, sek sek oynamak yerine evde PSP ya da Play Station başında saatlerce esir olmayı tercih etmiyor mu? Analar-babalar “Yahu şu çocuk biraz spor yapsın”, “Sanata yeteneği var bir enstrüman çalsın”, “Biraz dışarı çıksın, koşsun terlesin, hoplasın, zıplasın” demiyor ki. Alıyorlar PSP’yi veriyorlar çocuğun eline, çocuk da dalıyor ona ses çıkarmıyor. Yaramazlık yapmıyor haliyle.

Velhasıl yeni nesilden ben korkuyorum valla. Sanal olup çıkacağız, değerler yok olacak. Teknoloji elbette güzel. Video oyunları, internet vesaire bunların hepsi güzel icatlar. Ama sanalla gerçeğin bu kadar iç içe geçtiği bir dünyada nasıl koruyacağız insanlık değerlerini?

Demek ki, biraz sorumluluk duygusu gerekiyor. Bu da anne-babalara düşüyor. MSN başında 10 saat harcayan çocuklarına müdahale etmeyen anne-babalar, zamanı geldiğinde çocuklarının kendi ayakları üzerinde duramayan, asosyal bireyler olduğunu görünce mutlu olacaklar mı?

Ben hiç sanmıyorum. O sebeple biraz eskiye dönmek lazım. Topaçları, misketleri geri getirin. El becerisi geliştirecek oyunlar oynatın. Zekasını geliştirecek Lego vari yaratıcı oyuncaklar alın. Top peşinde koşturun. Su tabancası alın. Puzzle yaptırın. Vesaire vesaire… Kısaca biraz hayata dönsün çocuklar…

Tabii kız çocuklarını ayırmak lazım. Onlar hâlâ en azından Barbie bebek ve ayıcık seviyorlar. Fakat, onlara da hareket lazım. Yaşlar biraz büyüdükçe gönül işlerine erken girip sanal sohbetlere çok kaptırıyorlar kendilerini. ‘Hoş çocuk’ kavramı biraz erken oluyor kızlarda. Halbuki, daha ne kadar hoş çocuk çıkacak karşılarına bir bilseler…

Öpüyorum herkesi ama maalesef yine sanal…
Sevgiler Alp…

Yorum ekle

Bir Yorum Yazın

Cemal Alp Solak

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri 2004 Mezunu, Eski Gazeteci, blogger, iletişim ve dijital pazarlama uzmanı... PHP ve WordPress sevdiği konular...